Alt metin: “Cinsiyetçilik çoğu zaman bir gülümsemeyle birlikte gelir.” - Rachel Feltman
Önsöz
Beyaz kadın: Tüm kadınlar ataerkillik karşısında aynı baskı altındadır. Bu yüzden tüm kadınların bir tür sezgisel dayanışması ya da kardeşliği vardır.
Siyahi kadın: Ben o kadar emin değilim. Size bir soru sormak istiyorum: Sabah uyandığında aynada ne görüyorsun?
Beyaz kadın: Bir kadın görüyorum.
Siyahi kadın: İşte benim için sorun da bu. Çünkü sabah uyandığımda ve aynaya baktığımda siyahi bir kadın görüyorum. Benim için ırk görünür bir şey, ama sizin için ırk görünmez. Siz göremiyorsunuz. Ayrıcalık böyle işler.
Ayrıcalık, ona sahip olanlar için görünmezdir. Irkımız hakkında düşünmemek bir lükstür. Sahip olduğumuz diğer ayrıcalıkları düşünmemek de bir lükstür. Toplumsal cinsiyet ancak insanların aynaya baktıklarında kendilerini ataerkil düzende sadece insan olarak gördüklerini yeniden düşünmeleri ile ortadan kaldırılabilir. Hak eşitliği ancak bu şekilde gerçekleşebilir.
“Karşıdan iki kişi geliyor sandım ama çok geçmeden sadece bir adam ve karısı olduğunu fark ettim.” Rus atasözü
Simon de Beauvoir, kadınları sosyokültürel ve psikolojik bağlamlarda analiz ederek modern feminist teorinin en önemli temellerinden birini atmıştır. Beauvoir, kadınlık ve erkeklik kalıplarını tüm toplumlarda birbiriyle örtüşmeyen karşıtlıklar üzerinden sunar. Eril olan kültürle, dişil olan ise doğayla ilişkilendirilir. Birbiriyle ilişkili olan bu iki alan arasında hiyerarşik bir yapı vardır. Kültürün doğa üzerindeki egemenliği, erkekleri kadınlar üzerinde egemen kılar. Ataerkil bir kültürde erkek ya da eril olan pozitif ya da norm olarak inşa edilirken, kadın ya da dişil olan negatif, gerekli olmayan, anormal, yani “öteki” olarak konumlandırılır. Simone de Beauvoir'ın kadını “ikinci cins” olarak tanımlarken kastettiği budur.
Tarih boyunca kadınların ve erkeklerin toplumsal rolleri çeşitli değişikliklere uğramıştır. M.Ö. 600 ile M.S. 1300 yılları arasında tarım kültürünün yükselişiyle birlikte kadınlar ticaret metası haline gelmiş, köleleştirilmeyle birlikte hak ve özgürlüklerini kaybetmeye başlamışlardır. 1300'lerden 1700'lere kadar süren feodal dönemde ise kadın ve erkeğin evlerinde ve tarlalarında birlikte çalıştıkları görülmektedir. Yani bu yıllarda cinsiyete yönelik örgütlü bir iş bölümü yoktur.
1700'lerde sanayileşme ve kentleşme ile birlikte cinsiyete dayalı iş bölümü kavramının yükselişini görebiliyoruz. Bu dönemde evlerini terk edip büyük şehirlerde çalışmak zorunda kalan erkekler gelir elde ederken, kadınlar ailelerini çalışma hayatına hazırlayan “ev kadınları” olmuşlardır. 18'inci yüzyılın sonunda gerçekleşen Fransız Devrimi ile birlikte sosyal hak eşitsizliklerini eleştiren fikirler ortaya çıkmaya başlamış. Aydınlanma sayesinde filizlenme fırsatı bulan eşitlikçi ve özgürlükçü düşünce ile modern feminizmin politik temelleri atılmıştır. Mary Wollstonecraft'ın “A Vindication of the Rights of Woman” adlı kitabı feminist felsefenin ilk eserlerinden biridir. Wollstonecraft kitabında kadınları evlerinden çıkıp okumaya, kendi ekonomik özgürlüklerini kazanmaya, kısacası kendi hak ve özgürlüklerinin peşinden gitmeye davet eder.
2015 yılında Türkiye nüfusunun %49,8'i kadındır. Okuma yazma bilmeyen kadın nüfusun toplam nüfus içindeki oranı erkeklerden 5 kat daha fazladır. 2015 yılında erkeklerin toplam istihdam içindeki oranı kadınların iki katıdır. Eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı daha yüksek olarak kaydedilirken, kadınlar tüm eğitim seviyelerinde erkeklerden daha az gelir elde etmiştir. Üst düzey kadın yönetici oranı bir önceki yıla göre değişmeyerek %9,4'te kalmıştır. Siyasetteki kadın sayısını incelediğimizde, 1935'ten 2015'e kadar geçen 80 yıllık dönemde TBMM'deki kadın milletvekili oranı %4,5'ten %14,7'ye yükselmiştir. Ülke karşılaştırmalarına bakıldığında, 2014 yılında Avrupa'da kadın milletvekili oranının en yüksek olduğu ülkeler %45 ile İsveç ve %42,5 ile Finlandiya'dır. Türkiye'de 2015 yılında bakan sayısı 27'dir ve bakanların sadece %7,4'ü kadındır. Ülke karşılaştırmalarına bakıldığında, 2013 yılında Avrupa'da kadın bakan oranının en yüksek olduğu ülkeler %54,2 ile İsveç ve %50 ile Norveç'tir. (TÜİK, 2016).
Dünya Ekonomik Forumu'nun 2015 yılında yayınladığı Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre, aynı işi yapan bir erkek ve bir kadının maaşı 2133 yılında, yani bundan 111 yıl sonra eşit olacak.
Günümüz iş yaşamında, artan farkındalıkla birlikte gelir eşitsizlikleri konusunda hak arayışları da artıyor. Ancak erkekler kadınlardan daha fazla kazanıyor. Kadın-erkek eşitliğini sağlayan ülkeler sıralamasında İzlanda, Norveç ve Finlandiya ilk üçte yer alırken; Suriye, Pakistan ve Yemen listenin sonlarında yer alıyor. Türkiye 145 ülke arasında 130. sırada yer alıyor. Araştırmada Meksika 71., Brezilya 85. ve Birleşik Arap Emirlikleri 119. sırada yer alıyor. Türkiye'de bir erkekle aynı işi yapan bir kadın yaklaşık 80 dolar kazanırken, erkek 100 dolar kazanıyor. Maaşlardaki eşitsizliklerin yanı sıra işe alımlar, atamalar ve terfiler de cinsiyete dayalı olarak sistematik bir şekilde ilerliyor.
Sosyal medya hesaplarımız üzerinden sorduğumuz sorumuz on binin üzerinde görüntülenmeye ve yüzlerce kadına ulaştı. Raporumuzun merkezine yerleştirdiğimiz bu bölümde, yorumlar aracılığıyla bizimle içtenlikle paylaşılan onlarca hikâyede en yaygın cinsiyetçilik türlerinin izini sürdük.
Aldığımız cevapların büyük çoğunluğunda mansplaining ilk sırada yer aldı. Mansplaining, bir başka deyişle; kadınların herhangi bir konuda eril bir görüşe ihtiyaç duyduğu varsayımıdır. Toplantılarda ya da diyaloglarda kadınlar en çok sözlerinin kesilmesinden ve erkeklerin bir konudaki bilgilerini hafife almasından şikayet ediyor. Kadınlar paylaştıkları hikâyelerde erkeklikle bağlantılı olarak intihale de atıfta bulunuyorlar. Yaratıcı süreçlerde sıklıkla karşılaşılan bir durum olarak fikir hırsızlığı, erkeklerin fikirlerinin kadınlarınkinden daha hızlı ve kolay onaylanmasıyla ortaya çıkıyor.
İkinci sırada korumacı cinsiyetçilik geliyor. Korumacı cinsiyetçiliği bizimle paylaşılan gerçek bir hikâyeden alıntı yaparak açıklamak istiyoruz: “Öğle yemeğinde şirkette bir kutlama yapıyorduk. Kutlama için dürüm siparişi verildi. Siparişler geldiğinde kadınlar için sade, erkekler için acılı olduğunu gördük.” Kadının hassas olduğu ve bir erkeğin korumasına ihtiyaç duyduğu varsayımından kaynaklanan korumacı cinsiyetçilik, cinsiyetçiliğin bir biçimidir. Restoranlarda tadım için doğrudan erkeklere şarap servisi yapılması, hesabın genellikle erkeklere getirilmesi, doğum izni, nezaket amaçlı kapıların açılması veya tutulması bu cinsiyetçilik biçimine verilebilecek diğer örneklerdir.
Üçüncü sırada ise dış görünüş veya ses tonuyla ilgili yapılan yorumlar yer almaktadır. Kadınlar, yöneticilerinin “daha az muhafazakâr” veya “daha süslü” giyinmeleri gerektiği yönündeki uyarılarından, dış görünüşlerine bir erkekten daha fazla zaman ayırmaya zorlanmaktan, ses tonlarını veya fiziksel tepkilerini değiştirmekten mustariptir. Kadınlar makyaj yapmadıklarında da düzenli olarak hasta sanılmaktadır.
Diğer yanıtlar ise kadın ve erkek arasındaki gelir ve hak dengesizliklerine ve kadınların haklarının cinsiyete bağlı nedenlerle kısıtlanmasına odaklanmaktadır. Bu dengesizlikler, aynı işi yapan, aynı niteliklere sahip erkeklerin kadınlardan daha fazla kazandığı adaletsiz ve eşit olmayan terfi sistemlerinde ortaya çıkmaktadır. Kısıtlamalar arasında, doğum izni ve evlilik nedeniyle erkeklerin kadınlardan daha fazla işe alındığına dair örnekler bulunmaktadır. Çocuklu erkekler iş bulmakta sorun yaşamazken, kadınlara otomatik olarak çocuk bakımı sorumluluğu veriliyor ve bu nedenle işe alınmıyorlar.
Yorumlarıyla ve destekleriyle raporumuza katkıda bulunan tüm katılımcılarımıza teşekkür ederiz.
“Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanan bir vakada, bir şirkette çalışan üst düzey yönetici bir kadına terfi ettirilmeme gerekçesi olarak yeterince kadınsı olmaması gösterilmiştir. Bu durum karşısında hakları için mücadele eden kadın, işverenine dava açmış ve davayı kazanmıştır. Dava sonucunda kadın yönetici şirkete ortak olmuş ve bu süreçte yaşadığı kayıplar telafi edilmiştir.”
İş dünyasında erkeklerin liderliği genellikle kadınlara göre daha kolay ve daha çabuk kabul görmektedir. Eşitlikçi karar alma süreçleri kadınsı liderlik olarak algılanırken, bu özelliğe sahip olmayan kadınlar erkek meslektaşlarının aksine “otoriter” ve “saldırgan” olarak algılanıyor. Yeni fikirler sunulduğunda “söz kesme” ve “direnme” gibi davranışlar erkeklerde kadınlara göre daha yaygın.
Bilinçaltımız aynı davranışlar için erkeklere kıyasla kadınlara daha kolay tepki verir. Kadınların çoğunluğu başarılarını farklı faktörlere (ekibin başarısı, şans, koşullar) bağlarken, erkekler genellikle başarılarını kendilerine bağlarlar.
“62 yaşındaki kadın patronumun 70 yaşındaki erkek patronuyla bir iş görüşmesine gelen kadınlar hakkında yaptığı yorumları not aldım: 'Çok gülüyor 'Femme Fatale', 'Tatlı ve çekici bir kız ama sesi mantıklı gelmiyor'”
Telefonlara cevap vermek, toplantıları düzenlemek ve evrak işleri gibi sekreterlik işlerini yapmak dünyanın hemen her yerinde kadınlara verilen iş rolleri arasındadır. Kadınlar genellikle toplantılarda not almaktan sorumludur. Ofis ortamında kahve, soda ve diğer içeceklerin servisinde de kadın emeğini görüyoruz. İşe yeni alınan genç çalışanların mentorluğunu ve onlara sağlanan iş gücü desteğini de kadınlar yürütüyor. Ücretsiz komitelerin başkanlığına genellikle kadınlar getiriliyor. Kadınlar bu görevi istemedikleri takdirde bencil olarak nitelendirilirken, erkekler benzer türdeki görevi istemediklerinde yoğun programları olduğu düşünülüyor. Öte yandan, ofis partileri, etkinlikler ve planlama görevleri de kadınlara verilmekte ve bu etkinliklerin yemek planlaması da yine kadınlardan beklenmektedir.
“Staja başladığımda patronum bana magazin haberlerinde çalışmamı söyledi. Birlikte staja başladığım bir başka erkek stajyer ise patronumuz tarafından spor haberlerinde görevlendirildi.”
Fiziksel ve/veya sözlü cinsel taciz, çalışma ortamlarında sıklıkla karşılaşılan ve çoğunlukla görmezden gelinen, gizlenen vakalar arasındadır. Özellikle yöneticileri tarafından cinsel tacize uğrayan kadınlar çoğu zaman kendilerini yalnız hissetmekte ve haklarını aramaktan çekinmektedirler. Buna maruz kalan kadınlar için depresyon, verimlilikte düşüş, mutsuzluk ve istifa son derece olasıdır. İşten ayrılma kararı alan kadınların ani istifalarının ardındaki nedenler iyi analiz edilmelidir.
“24 yaşındaydım. Popüler sanat kitapları yayınlayan bir yayınevinde çalışıyordum. Öğle yemeği için masamda kurabiye yerken müdürüm yanıma yaklaştı ve 'Dikkatli ol, patron şişman kızları sevmez' dedi.”
Ebeveyn izni, kadın ve erkeklere eşit olarak verilmeyen bir izin türüdür. Kadına ismen atıfta bulunan doğum izni, Türkiye'deki yasalara göre kadınlar için altı ay, erkekler için ise görevlerine bağlı olarak beş ila on gün arasında değişiyor. Çalışan kadın ve erkeklerin kariyerlerinde eşit fırsatlardan yararlanabilmeleri için doğum izninin eşitlenmesi ve çocuk bakımı için iş bölümü yapılması gerekmektedir.
Toplum tarafından kabul edilen ve egemen olan normlara bağlı olarak o toplumun toplumsal cinsiyet rolleri belirlenir. Bu normları bir arada tutan ve sonrasında bireysel davranışları etkileyen çeşitli mekanizmaların varlığına dikkat çekmek gerekir. Bu mekanizmaların en önemlilerinden biri dildir. Dil, düşüncenin şekillenmesinde büyük öneme sahiptir. Konuşmaya başladığımız ilk andan itibaren dil bizim üzerimizde belirleyici bir güç haline gelir. Bu düşünceden yola çıkarak düşündüğümüzde Türkçe’nin kadın ve erkeği nasıl farklı tanımladığını ve bunun düşüncelerimizi nasıl etkilediğini rahatlıkla görebiliriz.
Ana akım medya organlarının dilini incelediğimizde erkek egemen cinsiyetçi söylem ve kurguya sıklıkla rastlayabiliyoruz. Türkiye'deki ana akım gazeteler incelendiğinde kadın imgesi, şiddete maruz kalan mağdur kimliği ile magazinel bağlamda cinselliği öne çıkarılan bir kimlik arasında gidip geliyor. Haberlerin okurlara, dinleyicilere ve izleyicilere sunuluş biçiminde cinsiyetçiliğin izlerini sürebiliriz.
“Töre cinayetleri, namus meseleleri ve benzeri söylemlerle kadına yönelik şiddet gizlenmekte ve çeşitli deyimlerle normalleştirilmektedir. Normlar cinsiyetçiliğin kaynağıdır.”
Reklamlar, evlilik programları ve çeşitli diziler belki de bilinçaltımızı cinsiyetçi fikirlere maruz bırakan en büyük kaynaklar. Bu dil sadece toplumsal cinsiyet rollerini sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda kadına yönelik şiddet ve tacizi de normalleştiriyor. Kadınlar pasif ve kolay hükmedilebilir olarak konumlandırılırken, “her daim formda” olan “iyi anne” kimliği tüm kadınlara dikte ediliyor. Kadınlar ev işleriyle kafayı bozmuş, çocuklarından başka bir hayatı olmayan, tek başına kısa sürede çeşit çeşit yemeklerle kocaman sofralar hazırlaması beklenen kişiler olarak resmediliyor. Kadınlar erkeklerin gözlerini kamaştırmak için her zaman fit ve güzel görünmelidir. Aslında bu tür kadın figürleri bombardımanıyla bazı kadınlar “görünmez” hale gelebiliyor.
İletişimde “pembe” nin anlamı da sorgulanmalıdır. Pembe taksiler, pembe otobüsler, pembe vagonlar ve benzeri girişimler kadınları erkek şiddetinden korumaya yetmiyor. Bu da sarı taksiye, gri metrobüse, pembe olmayan vagonlara binen kadınları hedef haline getiriyor. Öte yandan bu girişimler kadınları erkek şiddetinden korumak için güçlendirmek yerine onları sosyal hayattan izole ediyor.
TÜİK'in 2015 yılı verilerine göre Türkiye'de her on kadından dördü eşinden veya birlikte olduğu kişiden şiddet görmüştür. Bianet'in verilerine göre 2015 yılında erkekler en az 284 kadını öldürdü. Kadına yönelik şiddetin farklı ve ortaklaşabilen türleri var. Fiziksel şiddet, bedene yönelik her türlü şiddeti içerir. Dayak, yaralama ve cinayet fiziksel şiddet türleridir. Fiziksel rahatsızlığına rağmen yüksek topuklu ayakkabı giymeye zorlanan kadınlar da fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.
Psikolojik şiddet ise kişinin ruh sağlığını hedef alır. Tek seferlik eylemlerden ziyade süreklilik arz eden eylemler genellikle psikolojik şiddet olarak tanımlanır. Yaşam tarzı, dış görünüş, ses tonu gibi konularda yapılan baskı ve kıyaslamalar psikolojik şiddete örnektir. Akranlarının yüksek topuklu ayakkabı giymesi, hiçbir kadını yüksek topuklu ayakkabı giymeye zorlamamalıdır.
Ekonomik kaynakların kadınlara yaptırım uygulamak için kullanılması ve bir kontrol aracı olarak faydalanılması ekonomik şiddettir. Ekonomik kısıtlamalar, çalışmaya zorlanma, başlık parası için evlendirilme, mirastan mahrum bırakılma gibi durumlar kadına yönelik ekonomik şiddete örnek olarak verilebilir. Kadının rızası olmayan herhangi bir cinsel davranışa zorlanması cinsel şiddettir. Tecavüz sınırına yaklaşan her türlü cinsel temas, cinsel organların rahatsız edici şekilde teşhir edilmesi, cinsel içerikli görüntü izlemeye zorlama, sözlü veya yazılı saldırgan davranışlar, cinsel içerikli telefon mesajları, mektuplar ve notlar gönderilmesi de cinsel şiddet örnekleridir.
Günümüz klimaları yaklaşık 50 yıl önce belirlenen standartlara göre çalışmaktadır. Bu standart, 40 yaşında 70 kilogram ağırlığındaki bir erkeğin konforu göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Araştırmalara göre, kadınlar 24,5 santigrat derecede kendilerini rahat hissederken; erkekler 22 derecede rahat hissediyor. Bunun nedeni ise erkeklerin kas yapıları nedeniyle kadınlara göre daha fazla vücut ısısı üretmeleri.
Cinsiyet çeşitliliğini artıran şirketlerin rakiplerine göre daha fazla gelişip büyüyebildiği bir gerçek. Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü tarafından hazırlanan ve 91 ülkede 21.980 şirketin katıldığı “Cinsiyet Çeşitliliği Karlı mı? Küresel Bir Anketin Kanıtları” araştırmasının sonuçları, cinsiyet çeşitliliği yüksek olan şirketlerin yetenek çeşitliliğinin de yüksek olduğunu ve bunun karlılığı artırabileceğini gösteriyor. Türkiye'de kadınların işgücüne katılım oranının %30'dan %63'e (OECD ortalaması) yükselmesi halinde 2025 yılında GSYİH'nin 240 milyar dolar artacağı öngörülüyor. Uluslararası Finans Kurumu’nun (International Finance Corporation - IFC) yayınladığı; “Kadınlara Yatırım Yapmak: İş Dünyası için Yeni Kanıtlar” başlıklı raporunda, kadınların dünyadaki işgücünün %40'ını oluşturduğunu, ancak birçok sektördeki katılımlarının bu tahminin gerisinde kaldığını belirtmektedir. IFC ayrıca cinsiyet çeşitliliğinin yüksek olduğu şirketlerin üretkenlik ve yenilikçilik açısından önde olacağına inanmaktadır. Özetle, çeşitlilik ve çok seslilikten tüm paydaşların fayda sağlayacağı yönündeki görüş birliği her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Ayrıcalıklarımızın farkına vararak ayrımcılığın üstesinden gelebiliriz. Tüm cinsiyetlerden bireyler olarak iş birliği yaparak eşit bir çalışma hayatı ve sosyal çevre için mücadele edebiliriz. Hazırladığımız “İş Dünyasında Kadın Olmak” raporu ile tüm paydaşlarımızı iş hayatında toplumsal cinsiyet eşitliği için birlikte çaba göstermeye davet ediyoruz.
Hazırlayan: Emre Salkım
Dizayn: Volkan Babaotu